Yatacak Yerim Var (Allah Rahatlık Verdi)

Unuttum, geçti, bitti…

Zamana kayıtlıyız ya, o da aktı. Amma da parlaktınız hepiniz, gözüm öylesine kamaştı ki, kör oldu hevesim. Kimseye not vermedim, hep not aldım hatırlamak için ama yine unuttum, hep geçti, bitti…
Ve o kadar zenginim ki yine, elimde kocaman bir sonsuzluk var şimdi, bir de ‘’nasıl olsa o beni anlar’’ rahatlığım. O mu? Zamansızlığa kaydettim onu, unutmam, geçmez, bitmez. Biz onunla bir akarız, zamanın hevesi kaçar, donar, kalır.
Ey parlaklar, körün aşkı göz şimdi, buyurun siz kovalayın, ben birine bakıp bakıp, zamansızlığa mıhlanacağım. Bir kere de büyük konuşalım hem, ucumuzda ölüm var madem, varsın kaçan heves olsun, hafızama şükür, eksik tahtalarıma da aşk çaktım! Unutulur mu, geçeri mi, biter mi? Fark etmez artık…

Dilerseniz, siz unutun tüm söylediklerimi, geçsin, bitsin, hatta varsın tüm dünya bana kafa tutsun, nasıl olsa o beni anlar!
Ey başımın çaresi, bitmeyen son yazdım ve Allah rahatlık verdi…

Basit varlıklarız hepimiz aslında, bir güzel hava, biraz mavi ya da kış ortasında bembeyaz yağan karla modumuz değişiveriyor. Mutlu olmamız havadan sudan bile etkilenecek kadar kolayken, mutsuz olmak için de tüm eften püftenlikleri seçmek gibi şuursuz bir huya sahibiz. Gözümüzü bir anda kör eden, tüm zayıflıklarımızı açığa çıkartan gereksiz, değersiz, abartılı duygulara esir olabiliyoruz. Kibir, hırs, kıskançlık, zaaf, menfaatimize hizmet eden sahte merhametler. Gerçi onun adı merhamet olmuyor, sahte ilgi, gereksiz kompliman, samimiyetsiz alakadarlık gibi bir şey. Ve sonra hepimiz, doğru anlaşılmak istiyoruz, bilmiyoruz ki, aslında hepimiz tam da hareket ettiğimiz ölçüde anlaşılıyoruz, yanlış olan davranışlarımız. İğnenin ucu kör, oradan kandırıyoruz kendimizi. ”Beni yanlış anladı” dediğiniz her şeyin sebebi sizsiniz, ya kendinizi eksik ifade ettiniz ya da o şekilde davramanızın sebebini karşı tarafa açıklamaya cesaretiniz olmadı. Çünkü kendiniz bile duygularınızla yüzleşmekten korkuyorsunuz. İnsanız hepimiz, inişlerimiz, çıkışlarımız, kaçışlarımız, yokuşlarımız, çıkmaz sokaklara bile bile girişlerimiz olabiliyor. Kibire, hırsa, kıskançlığa yenik düşebiliyoruz, hiç olmadık insanların canını yakabiliyoruz, sonra da yine bizi anlasınlar istiyoruz. İşte mesele tam da bu noktada düğüm oluyor. Asıl sorunumuz herzaman doğru anlaşılıyor olmakla bitmiyor, ne kadar kabul görüleceğimizi hesaba katmıyoruz. Neyi neden yaptığımız biliniyor olsa da, kabul görmek zorunda değildir. O burnu yerden alıp, bir an önce bize yakışan neyse onu yapmak için harekete geçmekte fayda var. Zihnimizin kirliliğinin sorumlusu asla ve asla başka insanlar olamaz. Birine haksızlık ettikten sonra, anlayışı karşı taraftan beklemek gibi konforlu ilişkileriniz varsa, çok zenginsiniz demektir. Bazı dostlukların, ilişkilerin, yıllanmış bağların kopması öyle kolay olmuyor ama aşınmayan kaya da yoktur, unutmayın. Son günlerde herkes, kendi bencilliğinde boğulmanın derdindeyken, gitgide yalnızlaşılan bir dünyaya adım atmak üzere olduğumuzun da farkında olmakta fayda var. Gerçi tenhalaşmak en güzeli bence, enerjiyi bol keseden dağıtmayı gereksiz bulmaktayım ama yalnızlığınıza dahil ettiklerinize ne kadar özen gösterdiğinize de bir dönüp bakın derim. Aşınmaz sandığınız kayalarınız, bir anda ”pamuk ipliğiymiş meğer” masalına dönmesin.

DALI KIRIKLIĞIN HAYIRLARA VESİLESİ
Zaman her şeyin ilacı olduğu gibi, öldürücü zehiri de olabiliyor. O yüzden zamansızlığı seçin diyorum hep, zamansız dostlarınız, aşklarınız, sırlarınız, başarılarınız olsun. Yakışıksız yıllar koymayın sevdiklerinizle aranıza. Neyi kaybederseniz kaybedin, size duyulan güveni kaybetmeyin. Sebepler, sorular, cevaplar anlamsız kalmasın. Herkes ne yaptığını ve ne biçtiğini en iyi kendi biliyor bu hayatta. Güzellikler ekin, mutluluk biçin. Vefa ekin, doğruluk ekin, güven biçin. Bunun için bize düşen, kirlenen zihnimizi temizlemek, ummadığımız taşları, sağlam kayalarımızla karıştırmamak. Derdini, kederini, sırrını, hevesini paylaşacağın taşları yerinden oynatmamak, gaflete kapılıp, herkesi aynı bilmemek…

Geçmişi silemeyiz ama unuturuz, geçer, biter. Geleceğimize sevmediğimiz yerlerden devam etmek, zayıflıklarımızın, korkularımızın faturasını başkasına kesmek rahat kaçırır. Hani gece yatarken birbirimize ”Allah rahatlık versin” deriz ya, o öyle yattığımız yerde, belimiz, boynumuz rahat etsin diye değil, vicdanımız, kalbimiz, zihnimiz huzur bulsun diye söylenir. Uykudayken bilinçaltımız ortaya çıkar ve kendimizi, normalde söyleyemediklerimizi söylerken bulduğumuz rüyalar görürüz. İşte onları normalde de söylersek, verecek o rahatlığı hayat. Ya da hissettiğimizle davranışımız çelişmezse, rahat uyuyacak bu bedenler. Ne sahte kahkahalar, ne politik ilişkiler, ne saklanan yüzler kalmayacak. Dediğimizle yaptığımız tutunca, tutmayan uykunun gözü kör olacak. İğne körse bileyletecek, olmadı çuvaldızı tadacak, önce kendimizi anlayacak, sonra yine unutacağız, geçecek, bitecek ve leb demeden, leblebi dükkanı açacağız, yalnızlığımıza dahil ettiklerimizle…

Yine de kırmayı, dökmeyi, cehennemi seçenler mi var ? Geçen bir mektup aldım, ”kıracağını bile bile yazıyorum’’ diye başlamış, seni özlüyorum diye bitirmiş, kabul görmediği yerden aşınmış, eski bir kayadan…

Mevzu, özensizlikten yıpranmışlık diyelim, ayrıntıya girmeyeceğim, zaten takıldığım yer de kırmak ve kırılmak üzerine oldu. Zira kırgınlık geçer, biter de güvensizlik baki kalıverir, kabul görmeyebilir her zaaf…
‘’ Kırılmaktan mı korkuyorsun hala? Ben bir testere alıp, tüm dallarımı ellerimle budadım, yeniden çiçek açtım, yine kırdılar, yine budadım, yine kırdılar… Bir de baktım, köküm uzamış o arada. Aynı toprağın altında selamlaşırız yeterince uzarsak bakarsın, bırak dallar kanasın… Bak nasıl da yaşarken öldük, vazgeçilmezlerimiz hep toprak olmuşken, ne yaman çelişki değil mi? Son soruları da ben sorayım madem; Anlamaya çalıştığın kendin misin, dünya mı? Özlediğin ben miyim, kendin mi? İlaç mı bu zaman, zehir mi? Şifa olsun. Tüm eski kayalar iyi olsun dilerim… ‘’ diye, bitmeyen bir son daha yazdım. Her şey yine olacağına vardı. Kabul ettiğim, yine olanın ta kendisiydi.

İşte dalı kırıklığın hayırlara vesilesi!

Ey okur, cennet de cehennem de zihninde. Baktığını görmek, gördüğünü güzel bilmek ya da tam tersi…

Rahmeti ölümde değil, yaşamda arayanlardan eylesin, yoksa hepimize yetecek kadar yeri var cehennemin. Dibine kadar yol yapmışlar, tüm ağaçları da yakmışlar, geçişe de OGS takmışlar. Hala gitmek istiyorsan, sen bilirsin, nasılsa ızdırabının vergisini de sen ödersin. Oysa baktığın karanlığın ardında bile, sabahı bekleyen bir güneş olduğunu bilirsen, o güneş paklar içimizi, hiçbir şeyciğimiz kalmayıverir. Önce mutluğu seçersen, sebeplerin birbirini kovalamaya başlar. Mutluluk için sebep ararsan, zamanın saçma çarkına yeniden takılır, akmayı unutur, yaşlanıverirsin, ruhun çürür. Yaşını göstermeyen bedenin değilmiş ya meğer, anlayıverirsin. Böyle basittir hayat, her şey geçer, biter. Zihnine ektiğin tohumlar, hep cennetten kopsun. Açılsın hevesinin gözü, hemen en sağlam kayana yaslanıp, havadan sudan mutlu olmayı seç ve gününü karartma bir daha.

”İyisi mi sen zihnini boşalt” dedim, bir kaç gün yatıya geleceğim.
Yatacak yerim var, Allah rahatlık verdi…
Ben kumsalım, o da deniz, ya siz?

Aşk’a uyanın, gerisi kolay…

MERVE ÇALOĞLU

[email protected]

[email protected]

(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)