V.I.P Sendromu

Bu akşam, zor da olsa sonunda vedalaştığım 20’lik yaş dişimi, emin ellerce çektirdikten sonra, aynı zamanda müzisyen de olan, çok sevgili çene cerrahı arkadaşım Prof. Dr. Selçuk Basa ile yemek yedik. Kendisi ülkemizin çok kıymetli doktorlarından olup, yüzlerce insana yoktan çene varetmiş ve benim şahsen aklımın ve terminolojimin yetmeyeceği çok büyük ameliyatların baş kahramanıdır ve aslında diş çekmek, onun için tereyağından kıl çekmekken, benim gibi dişlerine bağlı biri için, zor bir günü sayesinde başarıyla atlattım. Dolayısıyla yemekte mevzumuz, anestezinin azalmasıyla birlikte ağrıyan çenem, doktorluğun ne kadar zor ama bir o kadar mucizevi bir meslek oluşu oldu. Sonraki perdede, olduğum yerde bahsedilmezse olmaz olan ”ilişkiler ve güven” başlıklı bölümleri de masaya yatırdık… Değişik meslek guruplarından arkadaşlarımdan, ilişkilerle ilgili fikir almak, hobilerim arasında yer almakta, mazur görün 😉

En kendine güvenen ve ”kimseye ihtiyacım yok” diyen insanların bile, bir doktorun ellerine kendini teslim ettikleri, güven duygusundan başka çare kalmamış hallerinin zirve yaptığı zaman dilimindeki acizlikleri, üzerine çok düşünülmesi gereken bir mevzu bence. Kime bu kadar güveniyorsunuz? Güvenmekten başka çareniz kalmadığında mı? Şahsen benden cerrah olamazdı diye düşünüyorum ama birini hayata döndürdükten sonraki hazzı yönetebilmek, ego adına büyük bir başarı diye düşünüyorum ve gıpta ile bakıyorum. Düşünsenize, 8 saat ameliyat yapıp, birini sağlığına kavuşturduktan sonra, etrafta kendini İlah gibi hissetmek, hiçbir şey değilken kendini küçük dağları yaratmış zannedenlerin yanında, an meselesi… Bence doktorluk da asıl bu yüzden kutsal ve özel bir meslek. Tüm muhtaçlığıyla ellerinize teslim olan insanların yaşamsal sorumluluğunu almak, hayatta alınabilecek en büyük risk. Selçuk Basa ise, işin sonunda en haz veren şeyin, hasta yakınlarının gelip, kendisine sarılıp, mutluluklarını paylaşıyor olmaları olduğunu söylüyor. Yaptığı şeyden çok, insanların gözünde gördüğü mutlulukla alıyor hayattan payını.

Onca ameliyata rağmen, en tedirgin olunan durumun, yakın tanıdıklara yapılan ameliyatlar olduğu, doktorlar arasında bir gerçekmiş. Tabii ki her hasta, doktor için eş değerde insandır, ancak her nedense Murphy Kanunu gibi, sakınan göze çöp batar misali, hastan, eşin-dostun olunca, adına VİP SENDROMU dedikleri durum meydana geliyormuş. Yani ufak da olsa aksaklıklar, yapılan müdahale sonucu ortaya çıkan gereksiz komplikasyonlar oluşabiliyormuş. Henüz diş çektirmiş olmanın sızısı hariç, bende bir sıkıntı yok, dilerim Vip sendromundan payıma düşeni almam 😉
Genelde, biz de en çok, en güvendiğimiz insanlardan vip kazığı yiyebiliyoruz. Acaba titizlendikçe mi zorlaştırıyoruz birbirimize hayatı? Akışına bıraktığın, üzerine çok fazla düşünmediğin ilişkiler senelerce giderken, daha da iyi olsun istediğin ilişkiler tepetaklak olabiliyor. Bence aşkta da bir vip sendromu mevzu bahis çoğu zaman. Aşk, zaten doğası gereği, kalbin ve mantığın birbiriyle savaştığı bir ameliyat gibi seyrederken, kanamasın diye dikişi yanlış yere atabildiğimiz, neşteri yanlış yere vurabildiğimiz bir sendroma dönüşebiliyor. Sana hissettirdiği haz nedeniyle, kendin olmayı unutup, kontrolü kaybettiğin noktada, hem karşı tarafa, hem de kendine hayrı olmayan bir girdaba girebiliyorsun. Oysa savaşmak yerine, kalbi mantıkla uyumlu şekilde dans ettirebilmeyi başarmak gerekiyor. Bazen doktor olup kontrolü ele almak, bazen de hasta olup doktora mutlak güvenle teslim olmayı göze almak lazım. Ancak böylece sendrom mendrom kalmaz diye düşünüyorum.

DİKİŞLERİNİ SEV
Birine bir şey yaparken, yaptığımız şeyden değil de karşı tarafta yarattığımız mutluktan keyif almayı başarmamız lazım. Bunun için cerrah olmaya gerek yok, örnek alsak yeter bence. Böylelikle, birbirimizden gereksiz beklentilerimiz ve egomuzla olan saçma didişmemiz sona erer. Bugün ilişkilerden ve yaşanan geçmiş acılarımızdan da konuşurken, bir defa daha, herşeyin aslında bir ilizyon gibi yaşanıp bittiğinden bahsettik. Onca şey yaşıyorsun, üzülüyorsun, birilierini kırıyorsun, birileri seni kırıyor ama sonunda herşey bitiyor, unutuluyor. İzi kalsa da artık acı vermiyor. Anlıyorsun ki, sen izin vermedikçe, kimse seni üzemiyor. Yaşadığını düşündüğün haksızlıklara bile, aslında sen izin vermişsin. Yine suçlu yok, yine dava düşmüş… Şu an sızlayan diş etimin suçlusu doktor değil mesela, hayatımın bundan sonrasına 20’lik dişim olmadan yaşamaya karar verdiğim için, bir süre sızlayacağım ve sonra geçecek. Hayatınıza, yarından itibaren, nasıl yaşamak istiyorsanız, öyle yaşamaya devam edeceksiniz. Risk alacak ya da almayacak, güvenip teslim olacak ya da yalnız kalacak, çok sevecek ya da sıkıntıdan bir başınıza patlayacaksınız. Her nasıl yaşamak istiyorsanız, her yeni gün, bunun kararını veren, yine sizsiniz!

Sızlayan dişim, doktorluk, mutlak güven, aşk ve ilişkiler arasında geçen güzel sohbetli gecenin sonucunda varış noktamız, hayatın risk almaya, doya doya yaşamaya, ne yaparsan yap pişman olmamaya ve güvenmeye değer olduğu yönünde. Tabii ki güveneceğin doktoru da, dostu da, aşkı da seçmek yine kalp ve mantığın uyumlu dansıyla mümkün. Dinleyin en başında içinizde çığlık çığlığa şarkı söyleyen sesi. Önünde sonunda, duyduğun şarkı doğruyu söylemiş oluyor. Baştan duyduysan ne ala, duymazdan gelip hata yaptıysan da dikişlerini sevmeyi öğren ey okur… Ve hep mutluluk arayışında olan egonu arada susturup, mutlu edebilmenin hazzını da yaşat kendine. Belki cerrah değilsin ama bir gülümseme, hiç umulmadık anda yaptığın bir güzel hareket de hayat kurtarabilir. ”En son kim sana mutlak güvenle teslim oldu?” bunu da sor kendine arada… Alma verme dengemiz için, yaşama değer katmayı bilmemiz gerekiyor ve bunun en güzel yolunu sanatla bulmuş bir insan olarak, daha da zorunu başaran tüm doktorlarımıza, sevgili arkadaşım Selçuk Basa vesilesiyle tekrar teşekkür etmeyi bir borç bilirim… Yaşasın VİP SENDROMU ve o titizlendikçe devleşen kalpleriniz. Ben Aşkçıyım, ya siz?

Aşk’a uyanın, gerisi kolay…

MERVE ÇALOĞLU

[email protected]

[email protected]

(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)