Şehirlere Bombalar Yağarsa Her Gece Biz Durmadan Üretiriz!

Geçen hafta yazamadım sevgili okur, malum şarkıcının promosyonu bitmez, koşturmaktan evin yolunu zor bulduğum haftalardayım. Şimdi diyeceksiniz ki; ”Koşturuyorsun da ne oluyor? Memleketin hali ortada…’’ ! Haklısınız, Ahmet Kaya’dan hallice, şehirlere bombalar yağıyor her gece, biz durmadan üretiyoruz… Artık adına ”İğneyle Kuyu Kazmak” mı dersiniz, ne dersiniz bilemiyorum. Seçin, beğenin, söyleyin, yapacak bir şey yok, bizim işimiz de bu. Gidip nalbur açıp, önüne de bir masa-iki sandelye atıp, tavla oynayacak halimiz yok. (Ki en imrendiğim hayattır, tüm nalburlara sevgiyle…) 😉

Şu ara acınaklı gözlerle, ”önce sizin sektörü vuruyor değil mi canım terör olayları?’’ diye, ahmak sorulara maruz kalıyoruz. ”Halbuki, kendi geleceğin de vurulmuş haberin yok, hala bedava şarkı indirmenin derdindesin, ey 1 lira verip şarkı satın almaktan bihaber arkadaş, önce sen vurmuştun bize de, ondan da haberin yok’’ diyesim geliyor, ‘’evet canım öyle oluyor, müzik susturulamaz’’ deyip, geçiştiriyorum.

Bu tipler, konser verdiğinde gelmeyen, gelse de ”fix menü mü? biletli mi? yemekli mi?” derdine düşen, genelde de kapıya ismini yazdırmaya çalışan müzik teröristleridir. İnstagramdan yaptıklarınızı gizli gizli takip edip, karşılaştığınızda en dünyadan haberleri yok tavırlarla ahmak sorularını sıralayan canlı bombalardır. Uzak duralım, öyle gizliden bakmaya devam etsinler, yeterince dert var zaten memlekette, kendilerini Avm’lere salın gitsin. Konsermiş, ağaçmış, hayvan haklarıymış, sanatmış, yaşam hakkıymış bilmeden yaşasınlar. Hayat hep onlara güzel olsun, yeter ki sorularından sakınalım, son kalan sağlam sinirlere zeval gelmesin.

Müziğin halinden, terörün önce bizim sektörü vurmasından, ülkede bitmek tükenmek bilmeyen patlamalar dolayısıyla yazılarımda sık sık bahsettim. Hatta geçen akşam, konuyla ilgili yeni bir yazı yazmak yerine, ”ne uğraşacağım ki?’’ deyip, eski ama kısa tarihin tekerrürü olan bir yazımı sosyal medya hesaplarımda paylaşmayı tercih ettim. Cuk oturdu gündeme çünkü mekan bile aynıydı. Çok değil bir kaç hafta evvel, yine ülkemizin başkentinde terör saldırısı olmuştu. Acımızda da, yasımızda da devamlılık hatasından zerre yok maaşallah… Dizi olsak, rekor kırarız! Mükemmel kurgu, sıfır devamlılık hatası, nev-i şahsına münhasır devlet büyüklerimiz, ne düşüneceğini şaşırmış halk, iki gün karartılmış ve sonra yine çiçek İnstagram hesapları, arada kapanıp vpn’le hep girilen ve bir gün sonra açılan sosyal medya, kapanan gazeteler, işsiz kalan ve o’culuk ya da bu’culukla suçlanan gazeteciler, herşeye rağmen evlenmek isteyen bir kısım halk ve onlara sınırsız hizmet sunan izdivaç programları, patlamalardan habersiz gurbet ellerde ter döken Yılmaz Morgül ve arkadaşları, birbirlerine durmadan gazeteler aracılığıyla çamur atarak, oyunculuğun cılkını çıkartan dizi yıldızlarımız ve yine bir patlama, yine teröre el birliğiyle lanet okumalar… Büyük reyting yapar, dev reklam alır, ilerde çeksinler, yeni muhteşem yüzyıl biziz şu an! Tarihe tanıklık eden, kendini oynayan oyuncularız adeta, tez zamanda tüm kaoslarımıza sezon değil devir finali çekelim inşallah, amin…

Bıktım demekten bıktım. Üzülmekten yoruldum. İnatla yüzümü yaşama çevirmenin derdindeyim. Eğer bu bir savaşsa, en iyi bildiğim silahlarımla savaşmayı tercih ediyorum: İşimle, müzikle, umutla, aşkla, dostlarımla… Aksi halde kendimi yenilmiş, hiç anlam veremediğim bir oyunun içinde kaybolmuş hissedeceğimi düşünüyorum. Hepimiz bu hayata bir anlam için geldik, hepimiz özel ve kıymetliyiz. Yaşam denen şeyin hakkını vermeye ve hakettiğimiz mutluluğu almaya geldik buraya. İçimize yerleştirilmeye çalışılan umutsuzluk tohumlarına yenilmemeliyiz. Hergün telefonlarımıza mesaj olarak gelen, sosyal medyada felaket senaryosu şeklinde, dalgalar halinde yayılan, ‘’sokağa çıkmayın, oraya girmeyin, buradan tırmanmayın’’ gibi bizi hayattan kopartmaya çalışan haberlerle yaşamayı öğrenmeyin ve yüzünüzü ölüme değil, yaşama dönün derim… Hatta yüzünüzü denize dönün, doğaya dönün. Ruhunuzu aydınlığa salın, yaşadığımız kadar yaşayacağız nasılsa. Ben zaten Avm sevmem, çok gerekmedikçe de gitmem, her gördüğümü almayı da bırakalı bir kaç sene oluyor. Yaşamsal ihtiyaca yönelik yaşamayı öğrenmek için, teröre de, bu saçma korku kültürüne de ihtiyacımız yok. Bombalardan korktuğum için değil, sunni ışığı ve yapay havalandırması dolayısıyla, girdiğim andan itibaren esnemeye ve gözümden yaşlar gelmeye başlamasından ötürü, sevmem AVM’leri. Alış veriş yapacaksam, tercihen bir sürü caddemiz var İstanbul’da… Haa caddede de patlayıp ölebilirim, artık ona da ecel diyoruz, alnımıza yazıldıysa yapacak bir şey yok. Ölümden korkmayın, yaşayamamaktan, zamanı iyi değerlendirememekten korkun. Bugün ölmediniz mesela, peki gününüzün kalitesi neydi? ”Ülke bu haldeyken kahkaha mı atayım?’’ diyebilirsiniz, ancak yaşamın herşeye rağmen devam ettiğini ve saldırıda kaybettiğimiz insanlar yerine, günlük dertlerinize daha çok kafayı taktığınızı itiraf edebilirsiniz, ayıp değil, insanız, aramızda da kalır, benden sır çıkmaz, kimseye söylemem… Önce kendimize dürüst olalım, bahanelerle ömür çürütmeyelim.

Kabul ediyorum, oldukça sıkıntılı günlerden geçiyoruz. Çok önemli bir tarihsel sürece bire bir tanıklık ediyoruz aslında. Birgün, tüm haftalık yazılarımı arka arkaya okuyan torunlarım olursa, ya halime gülecek ya da üzülerek gurur duyacaklar diye düşündüm bugün. Gelecek nesillere bugünleri miras bırakacağımızı umutmamamız lazım. Şu an eliniz kolunuz bağlı, ”biz ne yapabiliriz ki tüm bu terör olaylarına, ülkesel meselelere?” diye düşünebilirsiniz. Ancak her birey, en iyi bildiği şeyi ve üstüne düşeni hakkıyla, umutsuzluğa kapılmadan, sabırla ve umutla yaptığı sürece, gelecek nesillere bırakacağımız mirasın boyutu farklı olacaktır. Nasıl yok olduklarını bilmediğimiz nice uygarlıklar yaşamış bu Dünya’da ve arkalarında bıraktıkları eserlere halen paha biçilemiyor. Sadece yıllanmış olduklarından değil, bir şey anlatma yetisine sahip eserler olduklarından mütevellit bu böyle. Biz ne anlatıyoruz mızmızlanmaktan başka? Onu bile düzgün yaparsak çağdaş sanatta yerini bulabilir belki, yeter ki biraz kafayı ekranlardan kaldırıp, başka yerlerde kullanmaya çalışalım. Bu yüzyılda, tüm dünyada halen savaş olmasını şahsen saçma bulmaktayım, ancak belli ki insanlık varolduğu sürece, paylaşamayacak bu gezegeni. Öyleyse bizim birey olarak, önce kendimize bir dönüp bakmamızın vakti geldi de geçiyor.

BİZİ EİNSTEİN KURTARIR !
Geçen akşam çok sevdiğim oyuncu bir arkadaşımla mesajlaşırken, tüm olanlardan dolayı oldukça mutsuz olmasının yanısıra, çok içleracısı ve gerçek bir cümle kurdu. ”Bir erkek olarak hiçbir kadına selam verecek yüzüm kalmadı yüzüm’’ dedi…
Ben 80’li yılların çocuğuyum, kızlı erkekli okullarda okudum, mini etekle İstanbul’da dolaştım, bara da gittim, sahneye de çıktım. Erkek arkadaşlarımız, bizi evimizden alır, evimize bırakırlardı, üstelik bunu arabaları ve ehliyetleri yokken, taksiyle hallederlerdi. Adettendi, kızlar yalnız eve gönderilmezdi. Apartmanlar yakınsa, beraber kızın evine kadar yürünürdü. Ortalıkta öyle sapığa falan rastlanmazdı şimdiki gibi, Bağdat Caddesi’nin göbeğinde tecavüz edilecek falan!??? O adam bulunur, akıl hastanesine kapatılırdı muhtemelen.

Geçen gün spordan eve yürüyorum, bizim sokak lambası yanmamış ve hava yeni kararmış, ki İstanbul’un güvenli ve nezih denilebilinecek semtlerinden birinde oturuyorum ama artık farketmediği üzere, bende de son taciz ve tecavüz vakalarından ötürü, hafif bir tırsma vücud buldu. Arkamdan bir gölge adım adım yürüyor, tırsma refleksiyle kendimi diğer kaldırıma attım, meğer yan apartmandaki komşu amca, yorgunluktan yere baka baka, hızlı hızlı yürüyormuş. Ondan tedirgin olmamdan utandı, ben de utandım, karşılıklı utançlarımızı itiraf edemeden, hissedilen korku örtbas edilircesine ”iyi akşamlar’’ deyip, uzadık. Çok saçma bir durum anlattım size ama bence içler acısı… 20 yıldır yaşadığım semtte tribe girmem normal değil, ”Mervegül’ün suçu ne?’’ ’ye bağlamak hiç akıl karı değil. Beyefendiliğini yaza yaza bitiremeyeceğim, aile görgüsü, kültürü, insanı en iyi anlatan sanatla uğraşıyor oluşuyla dört dörtlük, aslan gibi delikanlı arkadaşımın, kadınlara selam vermeye utanır hale gelmiş olması, bir yenilgidir! Diyorum ya, bu bir savaşsa eğer, farketmeden yenilmeye başladık.

Toparlanalım ey dostlar, kim olduğumuzu hatırlayalım, nasıl büyüdüğümüzü, çocukken nasıl bir Dünya hayal ettiğimizi ve yarattığımızı hatırlayalım. Biz nasıl istersek öyle olmuyor muydu hayat? Dış etkenler hamurumuzu bozmasın, iki ruh hastası masum kızlara tecavüz ediyor diye erkekliğinizden utanmayın. Sen selam vermezsen, ben zaten komşu amcadan tedirgin olmuşum, gelsin haremlik selamlık uzay çağı, oldu olacak turşusunu da kuralım, gelecek nesillere miras sanat eserimiz de bu olsun…

Beğendiniz mi finali? Beğenmediniz değil mi? Zaten şu an olduğumuz halden de memnun değiliz, öyleyse yenilmemeyi seçelim dostlar. Tüm cehalete, akıl hastalarına, terör belasına ve beslediği korku kültürüne, kadını erkeğe, erkeği kadına küstüren şizofrenlere, sapıklara yenilmeyelim. Birbirimizi sevmekten, gülümsemekten, aramaktan, sosyalleşmekten, işimizden-gücümüzden, eşimizden-dostumuzdan, doğru bildiğimiz erdemlerimizden, umutlarımızdan, hedeflerimizden, hayallerimizden vazgeçmeyelim. Ve ne olursa olsun, herzaman aşkla üretelim, üretelim, üretelim!

Mevzuyu ben kapatıyorum yazılarımda hep, birileri açıyor, ‘’Aşk’ a uyanmak nedir?’’ diye, bu hafta iki gazeteci arkadaşım birden sordu. Bence tüm yazıdan aldığınız sonucu kapsıyor ama geçen gün karşıma çıktığında sevinçten zıpladığım bir şeyi, tam da hissettirmek istediğimi anlatıyor olması dolayısıyla, paylaşmak isterim: Ölümünden önce Albert Einstein, kızına bazı mektuplar bırakmış ve bunların, insanlığın hazır olduğu yıllarda paylaşılmasını istemiş. Sağolsunlar birileri benim hazır olduğumu görüp, tüm dünyayla paylaştılar herhalde 🙂 Özetle Einstein, hayattaki en güçlü enerjinin ‘’sevgi” olduğunu çözmüş, hem de bilimsel olarak. Bana sorsa söylerdim ama erken doğmuş yetişemedi. İmzamın bilimsel olarak kanıtlanmış olmasının mutluluğu ve havasıyla, hepinizi coşkula kucaklıyorum. En büyük devamlılık hatanız karamsarlıkta olsun.
Savaşmak mı istiyorlar? Ben sevgiyim ya siz?

Aşk’a uyanın, gerisi kolay…

MERVE ÇALOĞLU

[email protected]

[email protected]

(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)