Kendiliğimden Doğurdum

Hangi birine yetişeyim? Sana mı, bana mı, dünyaya mı? Kendiliğimden doğurdum da, hepsine birden yetiştim ama bizi es geçmişim. Bakma öyle, ona da kabul, varsın dünyanın en büyük suçlusu da olayım, dert değil. Dert neydi biliyor musun? Üç benle ortada kaldım! Meğer liman da benmişim. Duyan mülteciler üşüştü şimdi, bense teslim oldum, yanıbaşımda bizi bekliyorum…

Dolunaydı dün gece, artık gezegenleri daha da kaale alır olduk. Özellikle ayın halleri, dünyada şenliklerle kutlanıyor. (Bknz. İnstagram) Ayın da çok umrundaydı sanki hakkında konuşmamız, o herzamanki görkemiyle bize uzaktan parlıyordu, ”ne kadar da ufak çocuklarsınız siz öyle” der gibi. Bizse tüm hayalleri ona yükledik, olsun diye niyetlendik. Astroloji de güzel bir yol haritası, en anlamayanına bile bir umut nihayetinde. Dün masamıza mezeydi tabii yine cancağızım dolunay, neyi neden yaşadığımızı anlamlandırmaya çalıştığımız bir kızlar toplaşmasında. Çok basit aslında cevap, iyi/kötü herşeyi, dengeni bulmak için yaşıyorsun. Ve yazıyı burada bitirip, tüm eleştirileri üzerime toplama riskini göze alabilirim. İyi kalpli biri olduğum için devam edeceğim 🙂 ”Sanki herşeyi biz yazıyoruz ve oynuyoruz gibi hissediyorum” dedi arkadaşım Elif, farkındalığı yüksek arkadaşlarımdandır. Yıllarca, yazdığım şarkılar sonradan gerçek olmuş olmasına rağmen, eskisi gibi büyük bir heyecanla ”evet yaaa’’ diye lafa dalmadım, eskiden olsa dalardım. Çünkü artık, bir gün bunu herkesin anlayacağına dair derin bir his taşımaktayım. Elif anlamış diye normal karşıladım. Tabii Merve de değişti. Yeni sürümüm canavar gibi afedersin, oluverdim, nasıl mı? Bu dolunay gerçekleri aydınlatacakmış madem, ben de benimkilerden bahsedeyim, Amerika’yı yeniden keşfettim, Trump aslında ilizyon, Elizabeth de tahtını bana verdi, dünyayı da ben yönetiyorum, buyurun size sarayımı gezdireyim…

Biz ne istersek, tam olarak onu yaşıyoruz. Son üç senedir köşemi takip edip, yazılarımdan bunu çıkartmış olanlarla hemfikir olmuşluğumuz da var artık. Okurlarıyla yazıları üzerine mailleşen havalı biri de oldum ya, kendi ekseni etrafında dönen en mutlu gezegen gibiyim şu ara, gökyüzü beni kıskansın. Tam da bu niyetlerle yazmaya başlamıştım, oldu. Başka da bir anlam yüklemedim, ”kendimi ifade ederken, birilerine de faydası olur inşallah” demekten başka… Tabii ki son derece de zevk alarak yaptığım şey yazmak, en acı dolu şarkımı da, en eğlencelisini de yazarken yaşadığım şey, sadece zevk almak. Yoksa yazmıyorum zaten, zorla güzellik olmuyor. Zorlarsan, sonu ”ben böyle hayal etmemiştim’’e varıyor. Şimdi, ”ben böyle hayal etmemiştim” diyen kesimin içinden çıkamadığı koridorları tanımlayalım, yaşam koçları kıskansın. Herşey dolunayın ya da gezegenlerin suçu değil nihayetinde. Sonucunu beğenmediğiniz hayalinizin tüm detayları da sizin ustalığınız. Lütfen baştan tasarlayın, ‘’olmadı” diye hayıflanmak da dengenizi bulana kadar bir kaçış yolu belki ama ne kadar kısa keserseniz o kadar iyi. Bir şeyi gerçekten istiyorsanız, yeni yollar arayın ve yeniden deneyin. İnsan, olmayacak şeyi istemez, olacak şeyi yanlış kişilerden bekler, yanlış yollardan yapar ya da yanlış yerde arar. Olmayan hayalinizdeki, beğenmediğiniz detayların sahne adıysa; Şüphe’dir. Biliyor musunuz, insan en çok kendinden şüphe ediyor ama suçu hep başkalarına atıyor. Örneklemek gerekirse, ”ya yapamazsam” demez de, ”yaparım ama bu yolda, ya şöyle bir taşla karşılaşırsam” deriz mesela ve yığarız kayaları önümüze, sonra da kendi hayalimizi karalarız. Daha başından, kendimizden şüphe etmişizdir aslında. Tam da böyle hayal etmiş, şüphe denen meretle, çıkacağımız yollardan bile vazgeçmişizdir hatta. ”Sen bir çık, olmadı o kayalara da tırmanmayı öğrenirsin” diyecek birini aramışız. Arayış, hep kendimizden uzaklaşmaya itmiş bizi. Başkasını ararken de, bozulan dengemiz olmuş. Alın, illa destek istiyorsanız, ben size söylüyorum şimdi; Çıkın o yola, olmadı o kayalara da tırmanırsınız ama ne aradığınızdan emin olun. Nerede, ne zaman, kimde aradığınıza da bir daha bakın. Aşk bile bir denge işi, kendini yanlış kişide aradığında, uyumlamıyor hayat, üzüldüğünle kalıyorsun, mevzunun kişilerle alakası olmadığını da anlıyorsun sonra. İphone-8’i, İphone-4’ün şarj aletiyle şarj etmeye çalışıp, aşk acısı çektiğimizi sanıyoruz, sonra geçiyor. Apple bile dengi dengine, aşk için ölmeyin, doğru şarj için ölün öleceksiniz.


TAHTEREVALLİ
Neyse devam edelim hayalimize yolculuğa; O hayalin içinde kendiniz için ne var? Neden bu hayali kuruyorsunuz? Cevapları duyma şansım olsa, şu an çoğunluğun cevabının, ‘’mutluluk” olacağına eminim. Şu olursa mutlu olacağım sanmalar kervanımızda, nüfus patlaması yaşanıyor, sayın okur. Bir hayali gerçekleştirmek uğruna kendini kaybedercesine didinmek, kimseye mutluluk getirmiyor. Elimizin altında dünya var artık, açın interneti, yüzlerce biyografi okuyun. Mutluluk, hayalini gerçekleştirmiş olmakla eş anlamlı değil. Bir hayali gerçekleştirmek, son derece tatmin edici bir duygu ama mutlak bir mutluluk için, köşemi okumaya devam etmeniz lazım 🙂 BİR ÖNCEKİ CÜMLEDE TATMİN EDİCİ BİR HAYAL YERLEŞTİRME UYGULANMIŞTIR!
Geyikmiş gibi gözüken söylemimde ısrar ediyorum. Mutluluk, olduğun kişi olmaya, hayatında varolanlara, olmayanlara, olacak olanlara, yapmış olduklarına, nefesine teşekkür edebildiğin gündür. Başkalarını yargılamayı veya ihtiyaç duymalarını azalttığın, hatta kendinle başbaşa kalacağın anlar için heyecanlanmaya bile başladığın gün, mutluluğu birinde, bir yerde ya da maddede aramayı bırakıyorsun. Bil ki, o iple çektiğin kendini, bulmak için geçiyorsun tüm bu dönemeçlerden de…
Hala aynı hatayı yapıyorsan, alacağın bir ders daha kalmıştır belki, suçlama kendini ve korkma, onu da yaşa. Sonra öyle bir dengelenecek ki dünyan, hiçkimse bozamayacak ahengini. En büyük teşekkürü kendine edeceksin her sabah. Unutmayın, hiç bir hayal sizden kıymetli değil. Sizden daha güçlü de değil. Kendinizi o hayalin içinde nasıl görüyorsanız, şimdi de öyle hissedebiliyor olmanız lazım. ”Hele bir gerçekleşsin de, takla bile atarım” demeyin, atacak haliniz bile kalmaz, o hayale yakışamazsınız bile. İphone’dan neyiniz eksik, hayalinize yakışan versiyonunuzu sürün piyasaya, barışın kendinizle, nerede küsmüşseniz, bırakın orada kalsın küslükleriniz. Değişimden, dönüşümden, yenilikten, eskilerden vazgeçmekten korkmayın. Ayıp olmasın diye yaptıklarınızı, istemediğiniz halde tahammül etmek zorunda kaldığınız muhabbetleri, sıkıldığınız halde terkedemediğiniz mekanları terkedin. Canınızın istemediği hiçkimseyle görüşmeyin, yapmak istemediğiniz hiçbir şeyi yapmayın, merakınız sadece ve sadece yeni bilgilere dair olsun. Sonra aradığınızın kendinizden ibaret olduğunu anlayıp, kendinizi iple çekme sürecine adım atmış olacaksınız, ipin uzunluğu da hevesinize göre değişecek. İpini koparanlar bizden değil tabii, o ayrı. Yürümeyene yol yok!

Sahip olduklarına teşekkür etmeyi bilmeyene dünyaları versen, mecburen parasını yine antidepresanlara harcar. İstemenin sonu yok ama mutluluğun yolu, kalbimizde boş bir taht ve kendi kalbinin asıl kral/kraliçesi sensin. Bunca ironiye ne gerek mi varmış? İnsan kabul etse de, etmese de mutsuzluktan da aynı oranda beslendiği için belki de… O da başka bir denge işte. Bir ucu iyi, bir ucu kötü bir tahterevalli bu dünya. Mutluluğu seçebildiysen, şimdi kurul ve keyiflen tahtında. Durul biraz, bunca zaman neyi aradığını bilmeden koşturduysan ve hiçbir şeyi değiştiremediğini hissediyorsan, git bir aynaya bak, illa biraz değişmiştir yüzündeki çizgiler, tam da orada yakala kendini, sarılıver. Gör bak, ne iyi gelecek. Daha az merak edeceksin başkalarını, kim ne demiş, ne yapmış, seni sevmiş, sevmemiş hiç de umrunda olmayacak. Kim ne yaparsa, kendine yapıyormuş, onu da bağıracak kaz ayakların. Öfkeni, sevincini, telaşını, hırsını çizmişsin ya suratına kendi ellerinle, en güzel tabloyu satın almışsın gibi bak kendine, zevkle! Artık hiçbir şeyin seni eskisi kadar öfkelendirmeyecek oluşunun keyfini sür. Kendiliğinden doğuracaksın elbet yine ama yetişecek bir şey olmadığını anlayacak bu kez yeni senlerin. Sen kendine yettikçe, sarılanın da eksik olmayacak, aç kollarını ve bekle. Hırsından, haklıyken haksız duruma düşenlerin üzücü halini gör. En büyük galibiyet, insanın kendi hırsını yenmesi ya, sen alırsın o maçı artık, gerisini hayat halleder.
Kaplumbağalar, geleceği ev diye sırtlarında taşıyorlar. Bizimse yüklerimiz hep geçmişten. Ne saçma değil mi? At kurtul, yuvanı bul, dünya senin.
(Not: Taç giyme törenime beklerim, davetiyeniz kapıda. Parola: Kalbim Dolunay!)

Aşk’a uyanın, gerisi kolay…

MERVE ÇALOĞLU

[email protected]

[email protected]

(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)